Vafılla Gelen Mutluluk

Malum kadınların en büyük derdi hiç yemedikleri halde kilo almalarıdır. Su içsem yarıyor sözünü çok duyarız. Ben kendi adıma asla kendimi ve başkalarını kandırmak için böyle söylemem. Yemek yemeği seviyorum, ve Türk mutfağımız öyle zengin ki yiyorum ve kilo alıyorum. Kendime yıllardır uyguladığım on beş günlük bir sistemimle bilhassa kışın aldığım kilolarımı veriyorum. Evde olanlar bu on beş günlük yaşamıma katlanmak zorunda kalıyorlar:)

Bu yıl nedense yaz gelmekte gecikti. Hala bol yağmurlu Mayıs ayındayız. Eskiden Nisan yağmurlarımız yağar, Mayıs ayında yağmur yağmazdı. Mevsimlerde değişti  sanki. Eskiden Nisan ayının sonu, Mayıs ayının başında on beş günlük kendime özel,  kışın depoladığım bol protoin ve karbonhidratlarımı( kışın üşümemek için depoladığımı bilmelisiniz, yoksa başka bir niyetim yok:) Yazın gereksiz, boşuna hamallık yapmamak  için vücudumdan atmak için inişli, çıkışlı, bol merdivenli sokaklarda, caddelerde sabah ve akşam üzeri önce yavaş, sonra hızlı tempolu yürüyüşlerim, haftanın belirli günleri su diyeti( toksik maddelerimi terleme yolu ile atmak için) ve kendimi üzmeden, çevremi üzmeden, psikolojimi asla bozmadan kesin beş kilo verme hedefimle yıllardır yaşayıp gidiyorum.

İşte bu günde kendime hedef koydum,ilk akşam yürüyüşüme çıktım. İlk gün iniş, çıkış, merdiven yavaş ve azdan başladım. Mutluyum,sokakların iki yanında  sıralı binalar, ağaçlar, çiçekler, gökyüzü, elimde fotoğraf makinam, arada güzel bir çiçek, ya da hoş bir şey gördüğümde fotoğraf çekiyorum.Yolumu uzatmaya karar verdim şehrin diğer tarafında dostlarım var,hem onları ziyaret eder, gönüllerini alırım, hemde daha uzun mesafe yürümüş olurum. Dostlarım beni gördüklerine sevindiler, bende onları gördüğüm için sevindim.Türk misafirperverliğimizi seviyorum fakat bu gün bana ikramların olmasını hiç mi hiç istemiyorum. Uğradığım  dostlarım  anında yufka açıp kaşarlı, patetesli, otlu,saç üzerinde gözleme yapıyorlar, fırında börek,kurabiye ve bunun gibi şeyler hem taze hem el yapımı ürünler.Israrla gözleme ,çay, ikram ediyorlar, hayır bu gün ilk günüm,yemek,içmek istemiyorum, teşekkür ediyorum fakat bu arada fırından mis gibi el yapımı ev kurabiyesinin kokuları gidecek yerleri yokmuş gibi ha bire burun deliklerimin içinden vücuduma doluyorlar kurabiye tepsisi fırından çıkarıldı gözümün önünde(: .Hiç olmassa bundan bir tane al ısrarı ile elimi uzattım,kurabiyeyi aldım mis gibi kokuyor, kokladım, çabuk bitmesin diye parmak uçlarımla minik minik koparıp ağzıma götürüyorum,yavaş yavaş dişlerimin arasında çiğniyorum. Kendime ilk ihanetimi yaptım,burada daha fazla durmamalıyım,yoksa yenileri gelecek:) Vedalaşıp yürümeye devam ediyorum,ileride bir dostuma uğrayıp,onunla birlikte yürümeye karar verdim. Kapının ziline bastım,açtı içeri davet etti hayır içeri girmek için gelmedim, birlikte yürüyelim diye geldim dedim. Geç olduğunu bir yere gideceklerini söyleyip beni içeri davet etti. İçeri girmemle birlikte yeni bir tuzakla karşı karşıya olduğumu anladım .Yeni çay demledim,yanında gözleme ve ekmek dilimi üzerine bol cevizli çemenle lütfen ye ısrarı geldi. Hayır!! desemde çay ve diğerleri anında gözümün önüne sıralandılar.Ne mi yaptım bol cevizli ekmek dilimini ve gözlemenin dörtte birini iki çay bardağı çay ile afiyetle yedim.İtiraf ediyorum. Burada daha fazla kalmamalıyım,kendime ikinci ihanetimide yaptım(: Eve döndüm,evde hiç bir şey yememeye karar verdim.Bir fincan Türk kahvesi ,su içtim. Biraz önce karşı komşum telefon etti  (gece saat yirmi üç) Vafıl yaptım,sıcacık lütfen soğutmadan ye,oğlumla gönderiyorum(: Şu an saat yirmidört aklım vafılda ellerim tuşlarda sizce ne yapmalıyım? Dostlarımı seviyorum!!!Vafılın dörtte birini yesem ne olur san ki? Şimdi mutfağa gidiyorum vafılın dörtte birini yemeye,soğuduğu için belki beğenmem diye düşünürseniz yanılıyorsunuz diyorum. Krepin içini açıp baktım bol çukulata sürülmüş,içine muz,çilek dilimleri ve minik, minik çukulata parçacıkları doldurulmuş(: Serotin!!= Mutluluk=rejimim gitti, ilk günde kendime üçüncü ihanetim(:  İnsanın kendine ettiğini başkası etmezmiş sözü nasılda doğru(:

Sabah yürüdüğümde kimseye uğramıyacağım,hatta kimsenin görmeyeceği yollardan gideceğim,kendine saygın varsa bunu yapmalısın deyip kendime haykıracağım. Yoksa yaza bol proteinli,karbonhidratlı, gireceksin, sıcakta pankreascılar gibi bol bol yağların,şekerlerinle sıcak yaz güneşinde akacak,akacak,akacak(: ööö nasılda çirkin bir görüntü değil mi? İşte bunun için  vafılıda boş ver. Önce sen kendin için önemlisin unutma. Sonucu merak edenler olursa ben hep böyle savaşırım kendimle, bazen ben, bazen protinlerim,karbonhidratlarım galip gelir. Yaza girerken kesin ben galip gelirim:)

Suya Sabuna Dokunma

Geçmiş şairlerin, yazarlarını yaşamlarını merak ettim. Facebook ana sayfasında hergün aramızda dolaşıyorlar. Bazısının şiiri, bazısının özlü sözleri, bazısının resimleri dolaşıyor. Bunlar kimdir, nasıl bir yaşamları olmuştur, yaşamları süresince insanlar tarafından hangi gözle bakılmışlar, gereken saygıyı, değeri ne kadar almışlar, nasıl bir yaşamları vardı? Çoğunun yaşamlarında farklı acıları, anlaşılamamışlıklarını gördüm. Öldükten sonra yazdıkları değerlenmiş, niçin diye sordum kendi kendime. İlgimi çeken bir şey oldu. Osmanlı dönemi sonları ve cumhuriyet dönemi başlarında çoğunun Fransızca eğitim aldıklarını gördüm. Yani Türkiye’de o dönemde avrupalı olmak Fransızca bilmekmiş. O dönemde  demek ki İngilizce yaygın değilmiş dedim. İngilterede İngilizce yerine Fransızca mı konuşuyordu acaba? En kısa zamanda bu konuda da bilgilenmem lazım. Suya sabuna dokunmak sözünü en iyi şekilde onlar biliyorlardır, belkide onlardan bizlere miras kaldı kimbilir. Yaşamlarına baktığımda çoğunun yazıları ile birilerinin canını sıkmışlar, işlerine gelmediklerinde acıları başlamış, şimdi ise baş tacı olmuşlar. Bu nasıl yaman bir çelişkidir dedim kendi kendime. Peki değişen neydi? O gün bir taraftan ödül alıyorlar, bir taraftan cezalandırılıyorlar. Okumaya devam et “Suya Sabuna Dokunma”