Bir Dilim Pizza

Genci, yaşlısı pizza sever insanlarımızı ve kendimi düşündüm bir an. Sizlerde arada düşünmeyi düşünür müsünüz? Ben zaman,zaman düşünmeyi severim. İşte elimde bir dilim pizza ve onunla nerelere gittim bir anda. Neden nasıl yapıldığını,ve kimlerin emeği,kimlerin hakları olduğunu düşündüm. Un ve su ikiside ne  büyük nimet.Un önce buğday olabilmek için güneşin,soğuğun,yağmurun,rüzgarın altında aylarca büyümek için bekliyor. Gece karanlığında gökyüzünde ki ay ve yıldızlara bakarak günlerini geçiriyor. Sararıyor, insanlar eli ile canı acıtılıyor,canı acıtılıyor diyorum çünkü o da canlı,doğuyor,büyüyor devresini tamamlıyor.Un olması için nerelere nasıl taşınıyor,neler yapıyorlar,kaçımız gidip gördük? Su da canlı, oda kendi yaşamından fedakarlık yapıyor,şırıl,şırıl akmak varken oda ateşte pişmeye razı oluyor. Pizzanın üzerindeki malzemelere tek tek baktım, neler yoktu ki. Sucuk,salam,sosis üç çeşit görüntü ile hangi hayvanların hangi dokusundan nasıl acı çektirilerek insanlar tarafından yeni bir şekle sokulmuş. İşte onlarında şikayetlerini duymadığımız canlılar. Onlarda meralarda gezmek,aileleri ile yaşamak isterlermi diye hangimiz ne kadar düşünüyoruz. Rendelenmiş peynir işte oda bir hayvandan,rızası olup olmadığına sorulmadan alınmış,işlemlerle peynire dönüştürülmüş süt.Salatalık,domates salçası, zeytin . Onlarda kendi yaşamlarını biz insanlar için feda etmişler. Bunları üreten insanlarımızı, ve bizlere ulaşanları düşündüm. Lokmalar boğazımda sıra sıra oldular bir anda. Hangimiz üstündük? Hangimiz neydik. Hepimizin yaşamı bir birine bağlıydı ve öyle büyük düzeni kuranı düşündüm. Ya rabbi ! Her yaradılmışa rızkını verdim derken,büyüklüğünü ve düzenine bir kez daha aşık oldum. Önce sana şükür ediyorum,sonrada bizlerin beslenmemize kendilerini feda edenlere teşekkür ediyorum dedim.

Eğer beni insan değilde bitki ya da hayvan olarak yaratsaydın halim nice olurdu? Tekrar,tekrar şükürler olsun ki beni insan olarak yarattın,rızıklanmam içinde kainatı hazinelerinle doldurdun, eğer sen bana bunları vermemiş olsaydın birde yeme,yutma,sindirme,ve posasını çıkarma imkanını vermemiş olsaydın halim nice olurdu. Şükretmem için ne çok nedenlerim var allahım. Her salisede şükür desem bile sadece bir pizzanın bir damla suyunun bile karşılığını ödeyemem. Diğer verdiklerini düşündüğüm zaman yüreğim titriyor,rahmetine affına,rızkına,bağışlamana nasılda muhtacım. En önemlisi beni öldürmeden düşünmeyi,düşünmemi öğrettin, işte bunun için razı olduğun kadar şükür ya rabbi.

Üç Milyon Dokuz YÜZ

Üç milyon dokuz yüz liraya on iki porselen tabak,gelin.!… gelin!… gelin!… Esmer,hafif kıvırcık saçları, ince orta boyda genç bir delikanlı sokağın bir ortasına,bir kenarına doğru,bazan diğer sokağın köşesine doğru hem yürüyor,hemde bağırıyordu. Arada arapça sözlerde karıştırıyordu,söylediklerine. Elinde iyi kalitede beyaz yuvarlak büyük,köşesinde pembe minik çiçekleri olan porselen tabağı yukarı,aşağı,sağa,sola sallıyordu. Seslendim,bakar mısın?Sesimi duyunca yüzünü döndürdü,tabaklarınız nerede diye sordum,sokağın diğer köşesini gösterdi. Orada beyaz orta boy münibüse benzer bir araba duruyordu. Yanıma elli Türk lirası alıp apartmandan çıktım. Birlikte münibüse doğru yürüyerek geldik, münibüsün arka kapısını açtı,büyükçe bir kutuyu aşağıya indirdi .

Ne kadar bu kutunun tamamı, içinde kaç parça var diyerek sordum. üçmilyon dokuzyüz lira dedi. Nasıl yani? Eski Türk para birimine göre mi,yeni Türk para birimine göremiydi?

Elimdeki elli Türk liramı,uzattım,neyi nasıl alacaktı,bana nasıl satacaktı,kırk Türk lirası olabilirdi on iki porselen tabak,fakat bana gösterdiği kutuda daha fazlası var gibiydi,her halde içinden on iki tabağı ayırıp bana verecekti, porseleni,şeklini beğenmiştim. İnce zarifti.

Kendisine uzattığım elli Türk lirasını eline aldı,cebinden yüz Türk lirası çıkarıp bana uzattı,kutuyuda gösterip alın dedi. Bir anda şaşırmıştım, nasıl yani diye sordum. Elli Türk lirama karşılık, hem bir kutu porselen tabağım olacak,hemde yüz Türk liram olacaktı. Sen arap ısın diyerek arapça sordum,gözleri parladı, sanki ülkesindeymiş gibi hissetti kendini bir anda  evet dedi, Nereden geldin? Suriyeden dedi.

Şimdi beni iyice dinle, senin bana verdiğin para benim paramın iki katı değerinde, sen bana paramın üstü gibi veriyorsun, oysa benim sana verdiğim para bunun yarısı kadar. Sen Türk para değerini bilmiyorsun. Daha öncede böylemi satmıştı? Genç şaşkın, panik halde,şöforün  Türk olduğunu,onunla konuşmam gerektiğini söyledi, bir anda kafası karışmıştı. Biz yarı Türkçe, yarı Arapça anlaşamıyorduk. Şöfore durumu anlattım, oda arapça ,gence anlatmaya çalışıyordu.

İstanbuldan mal almış, onu nakite çevirip Suriyeye döneceğini, onun için bunları sattığını ,kutudaki porselenlerinde fiyatının üçyüz doksan Türk lirası olduğunu söyledi.

Suriyeli gencede nasıl söyleyeceğini ,ve benim söylediklerimi sil baştan anlattı. Gencin bir anda sevinçten gözleri parladı, yaptığı yanlışlığın farkına varmıştı, şükran,şükran, şükran diyerek,minnettarlığını nasıl ifade edeceğini bilemiyordu. Israrla bana beğendiğim porselen takımı vermek istiyordu,para değerini bilmediği için ben alamam dedikçe, fakirmisin diye soruyordu. Bir anda münibüsten ard arda kutular indiriyor , üst üste yığıyordu, hepsini aynı fiyata veriyorum. Hediye ,hediye, hediye..  porselen yemek takımı, mini fırın,tencere seti, çaydanlıklar üst üste yığılıyordu. İşte o an vicdanımve önümdeki yığılmış eşyalar, nasıl bir sınavdı bu allahım demekten kendimi alamıyordum. Bu arada satılık eşyaları görmek için insanlarda etrafımızı sarmışlardı, onlarda şaşkındı. Genç sen çok iyisin, hepsini al diye arapça yalvarıyordu. İçim titredi bir an, acaba kaç kişi elinden almıştı bu şekilde eşyalarını

acaba? Hayır dedim benim dört yüz Türk liram yok onun için alamıyorum. Ben sadece on iki düz tabak almak için çıkmıştım. Fakirsin,fakirsin,fakirsin diyerek eşyaları münibüsten indiyor, al,al,al üç milyon dokuzyüz liraya hepsini veriyorum,sen fakirsin. Öyle üzülmüştüki sen dürüstsün,bana söylemeden alabilirdin fakat sen böyle yapmadın diyerek arapça tekrar tekrar beni mutlu etmek,minnnet borcunu ödemek istiyordu.

Bu konuşmalarımız arasında,şöfor elinden elli Türk liramı alıp bana vermişti. Elli Türk lirasını göstererek bunun gibi sekiz tane olmalıki ben bu porselen yemek takımının tamamını alabileyim. Düşündü, üzüldü, anlamıştı  ,fakat üst üste yığdığı bütün eşyaları almamı öyle çok istiyorduki.

Porselen tabaklarım olamamıştı,ama kalbim huzurluydu. Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma sözünü çok seviyorum. Sevdiğim sözü önce kendimle bütünleştirmeliyim ki kendime hesabım kolay olsun.